Allah

allah

ALLAH(c.c): Kendisinden başka ilâh olmayan, her şeyin gerçek sahibi, yaratıcısı ve kendisinden başka ibadete layık olmayan mahlukatın tek mabudu…

İnsanın, dünyanın, kainatın, görünen veya görünmeyen bütün varlıkların yaratıcısı… Bu yüzden “Allah” ismi şerifi, Allah’ın diğer isim ve sıfatlarından farklı olarak, özel bir yere ve anlama sahiptir. Zira o, Allah’ın zatına mahsus, eşi, benzeri, taklidi, kökü veya türevi, yani çoğulu veya tekili olmayan bir özel isimdir. Allah’tan başka hiçbir kimseye ve hiçbir varlığa bu isim verilemez. Cahiliye çağının Müşrik Arapları bile yılın her gününe ait bir puta ve bunlardan başka dört büyük puta taptıkları ve çok çeşitli ve değişik isimler verdikleri, tanrılarını “Rab” veya “İlah” ismiyle çağırdıkları halde, bir puta hiçbir zaman Allah ismini verip öyle çağırmamışlar, Allah ismini sadece yine Cenab-ı Hak için kullanmışlardır. Hiçbir dilde de eş anlamlısı yani adaşı yoktur.

“Göklerin, yerin ve bunlar arasındaki şeylerin Rabbidir Ol O’na kulluk/ibadet et ve O’na İbadette sabırlı ol. O’na adaş olacak birini biliyor musun? (Meryem, 19:65) ayetinde de vurgulandığı gibi, Onun adaşı yoktur.

Bu yüce isim, dil açısından da sahibi gibi bir ezeliyet perdesi içindedir. Ebu Hayan: “Allah ismi hemen söylenmiş bir sözdür ve türememiştir, yani ilk kullanıldığında Yüce Allah’ın özel ismidir” der. Razi ise: “Allah kelimesi, Yüce Allah’ın özel bir ismidir ve başka bir kelimeden türememiştir” der. Özetle, Allah kelimesi, türemiş ve başka bir dilden Arapçaya geçmiş olmayıp başlangıçtan itibaren özel bir isim olarak kullanılmıştır ve Yüce Allah’ın zatı, bütün isimler ve vasıflardan önce bulunduğu gibi “Allah* ismi de öyledir. Allah ismi, ilahtık niteliğinden değil, ilahlık ve mabutluk özelliği O’ndan alınmıştır. Allah, ibadet edilen zat olduğu için Allah değil; Allah olduğu için kendisine ibadet edilir.

O’nun “Allah” olması, tapılmaya ve kulluk edilmeye layık olması kendiliğindendir. Şöyle ki: İnsan puta tapar, güneşe tapar, ineğe tapar, taptığı zaman onlar ilah, mabut olurlar. Daha sonra bunlardan cayar, tanımaz olur, o zaman onlar da iğreti alınmış mabutluk ve tanrılık özelliklerini kaybederler. Halbuki insanlar, ister Allah’ı mabut tanısınlar, isterse tanımasınlar, O bizatihi mabuttur. O’na her şey ibadet ve kulluk borçludur, hatta inkâr edenler ve tanımayanlar bile…

Allah (c.c), Ezelidir; yani varlığının başlangıcı yoktur. Çünkü yaratılmamıştır. Hiçbir şey yok iken O vardı. “Allah şu tarihe veya şu zamana kadar vardı, ondan önce ne vardı?” gibi, sorular anlamsızdır. Varlığına bir başlangıç koymak mümkün değildir. Çünkü varlığın sahibi ve yaratıcısı, başlatıcısı O’dur.

Allah (c.c), aynı zamanda Ebedidir; yani varlığının başlangıcı olmadığı gibi sonu da yoktur. “Gücü veya varlığı nereye kadar sürecek?” şeklindeki bir soru da yanlış ve anlamsızdır. Çünkü her şey Onun iradesi ve kudreti ile ayakta durabilmekte, varlığını sürdürebilmektedir. O (C,C) ise kimseye ve hiçbir bağlı olmadığı gibi, hiçbir şeye de m ç taç değildir. Onun İlmi, iradesi ve kudreti de sonsuzdur. Her şeyi ve herkesin yaptıklarını, yapmadıklarını, her halini görür ve bilir.

İnsanın ve diğer varlıkların Ona inanıp dayanması, işlerine onun ismiyle işe başlaması, onları güçlü kılar. Kuran-Kerim’de her şeyin “Onu tespih ettiğini” bildiren ayetler var. Bunlardan birinde şöyle denilmektedir:

“Yedi gök, yerküre ve bunların içindekiler O’nu tespih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O’nu överek tespih etmesin; fakat siz onların tespihlerini fark edemezsiniz. O Halîm’dir, Gafûr’dur.”(İsra, 17:44) ve:

“Görmedin mi, göklerdeki ve yerdeki şuurlular da bölük bölük olmuş kuşlar da Allah’ı tespih etmektedir. Her biri kendine özgü duasını, kendine özgü tespihini bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilmektedir.”(Nur, 24:41)

Yerde ve gökte bulunan, canlı veya cansız bütün varlıkların Allah’ı zikretmesine rağmen, kendisine akıl ve fikir verilen, bununla düşünüp yerli yerinde düzenli ve güzel iş yapması sağlanan insan, Allah’ı tanıyıp, inanıp iman ederek onu zikretmezse, bu herhalde yeryüzünde yapılabilecek en büyük hata olurdu ve karşılığında verilecek ceza da ona göre büyük olurdu. O halde insan sabah, akşam onu anmalı, sürekli hatırlayıp teşbih etmelidir…

“Haydi siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde) sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah’ı teşbih edin (namaz kılın), ki göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur.”(Rum, 30:17-18);

“O’nu sabah-akşam teşbih edin!”(Ahzab, 33:42)

Bu ayetleri ve içerdiği emirleri duymazlıktan görmezlikten gelmek veya onu unutmak yerine, Allah’ı anıp zikreden vefalı kulların arasına girmek, hem bize düşen görevlerden hem de yapılabilecek en güzel İşlerden biri olacaktır:

“Bizim ayetlerimize o kimseler İnanır ki, onlarla kendilerine öğüt verildiğinde, secdelere kapanırlar ve Hiç böbürlenmeyerek Rablerine hamd ile teşbih ederler.”(Secde,32:15)

Bu gün artık Allah’ın varlığı ve birliği konusunda kimsenin şüphesi kalmamıştır. İnanmamak bundan farklı bir şeydir. Dileyen iman eder, dileyen etmez; o bizi pek ilgilendirmez, Ancak bilim ve teknolojinin gelişmesiyle, İnsana ve evrene ait neredeyse tüm sırlar çözülmüş ve Allah’ın kudretinden başka bir şeyle açıklanması mümkün olmayan bulgulara, terkiplere ve olağanüstü olaylara rastlanmıştır. Artık bundan sonra inanmamak iki şeyle İzah edilebilir:

Biri; her şeyi görüp bildiği halde ve bir kısım kimselerin “ilah edindiği bilimi” de inkar edip, gerçeklere gözlerini kapamak, kulaklarını ve diğer duygularını tıkayıp görmez, duymaz ve hissetmez olmak ve Kur’an tabiriyle;

(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.”(Bakara, 2:18) şeklinde çok özel birkaç terimle özetlenen kör bir taassubun kurbanı haline gelmektir.

Diğeri ise; açıkça nasipsizliktir! “Nasipsizlik” dedik, çünkü bu kadar iradesini kötüye kullananlara Allah zorla kendini gösterip “ben buradayım, neden inanmıyorsun?” elemez ve demeyecektir. Şayet demiş olsaydı ne aklın, ne fikrin, ne de imtihanın hiçbir önemi ve değeri kalmazdı. Zaten bu durum, aklını kullanarak inanıp iman edenlere de bir nevi haksızlık olurdu ki, Allah böyle bir şeye fırsat vermez, çünkü O (c.c), Adil-I Mutlaktır.

Allah Teala’nın Seyid (efendi) manasını taşıyan bu büyük adının (yani Allah adının) bütün bilginler tarafından, Allah’ın azametli adı olduğu kabul edilmiştir. Bu adla Cenabı Hak ferda- niyetini , yani birliğini bildirmektedir.

Bu ad, içinde bütün adları toplamakta olduğu gibi, bütün adlar da bu addan türeyip, kendisine sıfat olmuşlardır.

Allah adını çokça anan kimseler, heybetli olur ve vakar kaza-nırlar. Öyle ki, bu kimseyle karşılaşanlar ondan çekinir ve yüzüne bakamazlar.
Güneşin şerefli saatinde temiz bir madde üzerinde bu adı yazıp, yanında taşıyan bir kimse, aynı zamanda da bu adı anarsa, zalim ve inçi bir kimseyi şeytan gibi hilekar gibi olsa da yener ve ona üstün gelir. Bu adı üzerinde bulunduran bir kimse dondurucu derecede soğuk olan bir kışın soğuğunu duymaz.

Ciğerlerinden hasta olup, humma ateşleri ile yatan bir kimse bu adın yazılı olduğu bi rmühürlüe vücudunu mühürlerse hastalığı hemen geçer. Eğer bu adı, güneşin Arslan burcunda olduğu sırada, 5 santimlik bir ince deri üzerine beşli bir vefk içine yazar ve sonra da Allah adını 317 defa anarak, bu deriyi üzerinde taşırsa, bu kimse elini su dolu bir kab içine daldırdığı zaman o su çoğalıp taşar.

Ancak bu kimsenin kuvvetli bir takva ve inanç sahibi olması lazımdır.

Bu adla yapılmış vefkin kıymetini iyi bilenler, artık bundan başka bir tılsım kullanmazlar. Çünkü , Allah’ın bu azametli adı en büyük bir kuvvetdir. Bu adı anarak dua edenlere, Hak Teala mutlaka icabet eder, Eğer adla Cenabı Hak’tan bir şey istenirse, isteği hemen yerine getirilmiş olur.

Bu öyle bir addır ki, bütün gerçeklerini ve ineceliklerini içinde toplamıştır. Bu adın beş haneli vıfkı çok kıymetlidir. Bu vıfkı üzerinde taşıyan bir kimse zorluklarla karşılaşmaz. Zor işleri de anında çözülmüş olur.

Bu adla zikir ve teşbih eden kimseler, genellikle nefsini Allah’a bağlamış kimselerdir. (Muhammed) adlı kimseler, Allahı Allah adı ile andıkları takdirde kendilerini güzellikler ve iyilikler içinde bulurlar. Bu kimselerin Allahı :

“Allah, Allah Rabbi la eşrikü bi şey’en” diye anmaları gerekir. (Abdullah) adındaki kimselerin ise (Allahı bu azametli adı ile andığı takdirde) kendisine çok üstün bir yarar sağlar. Bunun sözlü sayıları 67, rakam sayıları ise 66’dır. Harflerini ad sayısı da 264’dür. Bu da iki şerefli adın işaretidir. (Al-i Kadim) buna ait vıfk aşağıda şekildedir.

allah_vefk

Ebced değeri ve zikir miktarı (66), zikir saati Güneştir. Güneş saati Pazardır. Yalnızca “Allah”demek, zikrin nezaketine uymadıği için Ona çağırma, seslenme, yardım isteme eki olarak nida harfi olan “Yâ: Ey”eklenerek “Yâ Allah” şeklinde zikredilmelidir.

Ebced değerinin 66 olmasının bazı hatırlattığı şeyler var. Mesela: Öteden beri İslam nişanı olarak gelen “Hilal” kelimesi ile Arapça yazıldığı takdirde aynı harflerle yazılan “Lale” de 66 Ebcedî değere sahiptirler.

Halk arasındaki “işi 66’ya bağlamak” tabiri de galiba işini Allah’a havale etmek, yani işin kolayını buldun veya sağlam yere sırtını dayadın anlamında kullanılmış olsa gerektir. Çünkü OsmanlI Devletinde bu tür şeylerle meşgul olan şair ve edebiyatçılarda ebced ve Cifir ile uğraşıp tarih düşürme ve tevafuklarla iş görme meşhur olmuştur.

Havas kitaplarında Lafza-i Celal’in bir sürü faydaları ve özellikleri sayılmıştır. Bunların birçoğu da tecrübelere dayalı olarak nakledilmiştir. Bir kısmını özetle nakletmek istiyoruz:

1. İmam-ı Gazali’ye göre, Cuma günü 1000 (bin) kere “Allah” ismini zikreden kimse, evliyalar arasına girer.

2. Cuma günü, Cuma namazından önce 100 (yüz) kere “Allah” diyen kimsenin istediği şey yerine gelir denilmiştir.

3. Her gün bin defa bu şerefli ismi zikreden kimse, manen terakki eder ve selim bir kalbe ulaşır.

4. Yüce Allah’ın bu cami (toplayıcı) ve şerefli ismi bir hastaya 200 (iki yüz) kere okunsa, hastanın eceli gelmemişse şifaya kavuşur denilmiştir.

5. Her kim, bu yüce ismin zikriyle meşgul olursa, kalbinden Allah sevgisinden başka her şey İlahî tecelliler ve nurlar dolar. İnsan, cin, hayvan gibi hiçbir şerli ve zararlı varlık kendisine zarar veremez,

6. Lafza-i Celal ile devamlı olarak Allah’ı zikreden kişi ululuk, azamet ve mehabet (saygı) kazanır. Herkes ona sevgi, saygı duyar, hürmet ve ikram eder; önemli v dinlenip tutulan kimselerden olur.

7. Zikir saati olan güneşin doğduğu sıralarda bu kıymetli bir cisim üzerine yazıp üzerinde taşıyan kişi şeytanın şerrinden korunur ve kurtulur.

8. Allah ismini yazıp üzerinde taşıyan ve aynı zamanda miktarınca zikreden kimse, çok soğuk havalarda bile soğuktan müteessir olmaz.

9. Bir kimse, üç, beş veya yedi gün oruç tutar, bu şiire içinde et, süt vs. gibi hayvani gıda yemez, soğan, sarımsak gibi kokulu şeylerden de uzak durursa… Bu maksatla az yer, az uyur ve az konuşup riyazet yaparsa… Sonrada gece yarısından sonra kalkıp ihlas ve içtenlikle iki rekat namaz kıldıktan sonra 66 defa Lafza-i Celali okursa, Cenab-ı Hak, o kişiye bir melek tayin eder. O kişinin bütün hayırlı işlerine o melek aracılığı ile yon verir ve her türlü kötülüklerden de yine o melek vasıtasıyla koruyacağı bildirilmiştir

10. Samimi ve ihlâslı bir kişi, İsmi Azam olan Lafza’ Celali bir kağıt üzerine yazıp cenaze üzerine koyarsa, o cenaze kabir azabından kurtulur denilmiştir.

11. Temiz bir kağıda misk ve safran ile yazıp üzerin î taşıyan kişi, daima koruma altında olur ve yüce Allah onu kötülüklerden korur. Bu kişi amir ve idarecilerin yanına gitse hürmet ve ilgi görür, onlardan gelecek kötülük ve şerlerden kurtulur, düşmanlarına galip gelir.

12. Bir kimse, Cuma günü oruçlu olarak öğle saatinde gümüş bir yüzük üzerine Lafza-i Celali yazıp sağ yüzük parmağında taşısa, her gittiği yerde sevgi ve met görür, ihtiyacı varsa yerine getirilir, maksadına ulaşır.

13. Yüzük sol elinin yüzük parmağında olarak savaşa katılsa kazanır, mahkemeye gitse haklı olduğu anlaşılır, Allah’ın izniyle davayı kazanır ve temize çıkar.

14. Harap olmuş bir yere konulursa, oraya rahmet ve bereket yağar, mamur ve ihya olur.

15. Bu yüzüğü evlenmek isteyen dul bir kadın veya bakire bir kız parmağında taşısa kısa zamanda kısmeti çıkar evlenir.

16. Bir şeylerden korkan kimse, bu yüzüğü parmağında taşısa korkularından kurtulur ve korktuğu şeylerden emin yani güvende olur, zarar görmez.

17. Hastalıklardan kurtulup şifa bulmak için temiz bir kâsenin içine 66 defa Lafza-i Celali yazıp yağmur veya memba (kaynak) suyu ile bozarak hastaya içirilirse, hastanın eceli gelmemişse Allah’ın izniyle şifa bulur.

18. Cin musallat olmuş bir kimseyi, ondan kurtarmak için, parmaklarına Lafza-i Celalin harfleri yazılırsa, cin oraya hapsedilmiş olur ve musallat olduğu kişi de onun zararından kurtulur.

19. Cin yoluyla saraya tutulup bayılan kimseye, Lafza-i Celal harfleri beyaz bir bez üzerine kesik harflerle yazılır ve bir kenarı yakılarak koklatılırsa saralı ayılır ve cin yanarak, hasta kurtulmuş olur.

20. Kendisine cin musallat olmuş, saraya veya kara sevdaya tutulmuş, melankolik halleri olan bir kimseye İsmi-i Azam dairesi yazılıp üzerinde taşırsa, bu tür dertlerden ve belalardan kurtulur…

21. Birçok İslam âlimi, evliya ve şeyh, Allah isminin, “İsmi A’zam” olduğunu söyledikleri nakledilmektedir. Bu yüce ismin zikrine devam eden kimse, manen durmadan yükselir ve maneviyat âleminin doruğuna erişir. Ne geri kalma, ne de olduğu gibi durup yerinde sayma söz konusu olmaz.

22. Bir hastaya 200 (iki yüz) kere “Lâ ilâhe illâllah okunsa, eceli gelmemişse şifa bulur denilmiştir.

23. Her namazdan sonra 100 (yüz) kere Kelime-i Tevhidi: “Lâ İlâhe İllallah” okuyan kimse, gaflet, unutkanlık ve kalp kasvetinden kurtulur.

Diğer Esmaül Hüsna Açıklamaları

El – Aliyy

El – Ahir

El – Alim

El – Aziz

error: emeğe saygı lütfen !!